eczacılık

Anadoluda ilk eczaneler Selçuklu döneminde kurulan hastanelerde açılmıştır. Bunların ilki de Kılıç Arslanın kızı Gevher Nesibe Sultan ın vasiyeti üzerine, 1206 yılında Kayseride yapılmış olan Gevser Nesibe Sultan Şifahanesi’nde bulunmaktadır.

Hastane eczanelerinde drog sağlamak ve ilaç hazırlamak işleri ile görevli uzman kişiler bulunuyordu. Hastane vakfiyelerinde bunların isimleri, görevleri, özellikleri ve aldıkları ücretler hakkında bilgiler vardır.

Bursa Darülşifası vakfiyesi ( 1400 ) ‘nde bu hastanede ilaç hazırlama işleri ile ilgili olarak saydalan , şerbetiyan, uşşaban olmak üzere üç unvan sayılmaktadır.

Fatih ( 1470 ), Süleymaniye ( 1555 ) ve Edirne ( 1486 ) Darülşifalarının vakfiyelerinde drogları sağlayan, ilaç ve macunları yapan kişiler için Aşşab, Şerbetçi, Edviyeküp gibi meslek isimleri kayıtlıdır.

Bu kişiler genellikle ilaç hazırlamakla görevli iseler de, yaptıkları ilaç şekline veya işe göre, isimleri değişmektedir. Yani ilaç hazırlayan kişiler arasında bir uzmanlaşma bulunmaktadır.

Süleymaniye Darüşşifası’nın vakfiyesinde bu hastanede çalışanar arasında Eczacıdan başka Eczacı Kalfası , İlaç Kilarcısı, ve İlaç Vekilharcı gibi ilaçların yapımı, muhafazası ve satın alınması gibi işler ile ilgili kişilere de yer verildiğini görüyoruz.

İstanbul’da Avrupadakilerine benzer ilk özel eczanelerin XVIII yüzyılın ortalarında yabancı uyruklu eczacılar tarafından açıldığını ve Kırım savaşı ( 1854 ) sırasında Avrupa devletlerinin orduları ile birlikte İstanbul’a gelen yabancı hekim ve eczacıların etkisi ile sayılarının arttığı sanılmaktadır. Bu tarihlerde İstanbul’ da tamamı yabancı uyruklulara ve azınlıktan olan kişilere ait 45 eczane bulunuyordu. Bu eczanelerin çoğu Beyoğlu ( pera ) ve Galata semtlerinde toplanmıştı.

İstanbul’da halen çalışmakta olan en eski eczane 1757 ( 1171 hicri ) yılında Bahçekapı semtinde ( Hamidiye cad. no: 32 ) açılmış olan ‘ İki kapılı eczahane ) dir. Bu eczanenin ilk defa kimin tarafından açıldığı bilinmemektedir.1891 yılında Eczacı Gorgi Tülbentçiyan’a geçmiştir. 1902 yılında ise Batis Gorgi Tülbentçiyan ( 1883 – 1957 ) ( Sivil Tıbbiye Mektebi, Eczacı kısmı 1902 yılı mezunu ) devralmıştır. Bu eczacı , eczanenin 1957 yılına kadar sahibi olmuş ve 1946 yılında Bahçekapıdan Talimhane semtine ( Aydede cad no: 8 ) nakletmiştir. Bu eczacını vefatı üzerine oğlu Jorj Tülbentçi ( İstanbul eczacılık okulu 1953 mezunu ) tarafından yönetilmeye başlanmıştır.

İki kapılı eczane bugün Taksim, Talimhane semtinde ( Şehit muhtar cad. no: 13 ) halk sağlığına hizmet etmektedir. Eski döneme ait, isminden başka hemen hemen hiçbir şeye ait değildir.

1850 yıllarından önce İstanbul’da eczacılık genellikle, bir eczane idaresi için gerekli her türlü bilgiden yoksun, pratisyenler tarafından yapılıyordu. Bu tarihlerde Askeri Tıbbiye Mektebinin Eczacı sınıfında diplomalı eczacı yetiştiriliyor ise de, bunlar yalnız ordunun ihtiyacını karşılıyor ve bu nedenle de şehir eczaneleri usta- çırak usulune göre yetişmiş eczacılar tarafından işletiliyordu.

1831 yılında Beyoğlu semtinde çıkan büyük yangında bu bölgede bulunan hemen bütün eczaneler yanmış ve Askeri Tıbbiye Mektebi kimya hocalarından A. Celleja Bey’in Hekimbaşı Behçet Mustafa efendiye ricası üzerine, Beyoğlu ve Galata semtlerinde eczane sayısını 25 olarak saptayan fermanın çıkarılması sağlanmıştır.

Bu ferman uyarınca bu bölgede uzun süre eczane miktarı 25 olarak muhafaza edilmiştir. Bu sınırlama sonucu olarak eczane açmak gedik usulü uygulanmaya başlanmıştır. Yani bu bölgede eczane açmak için burada eczanesi olan birisinden veya eczane sahibinin varislerinden eczane açma hakkını satın almak gerekiyor ve Ruhsat devri için bazen çok yüksek fiyatlar isteniyordu.

1852 yılından sonra bu bölgede gedik uygulaması zayıflamış ve sınırlamaya karşın yeni eczanelerin açıldığı görülmüştür. Bu dönemde eczacılık ustası ( Maitres en pharmacie ) miktarı fazlalaşmış ve bu nedenle de bu kişiler eczacılık yanında hekimlik de yapmaya başlamışlardır.

Bu dönemlerde eczanelerde gece nöbeti uygulaması henüz uygulanmıyordu, ilaç ve drog fiyatlarıda fevkalade yüksek bulunuyordu.

2 şubat 1861 ( 22 Recep 1277 ) tarihinde yürürlüğe giren ( Belediye ispençiyarlık sanatının icrasına dair nizamname ) ( Reglement sur l’exercice de la pharmacie civile ) ile eczacıların çalışmaları bir nizama sokulmak istenmiş ve bunun için bir çok yeni hüküm ve zorunluluklar getirilmiştir. Bu tüzük ile Eczacılık bağımsız bir sanat ve meslek olarak kabul edilmiş ve eczanelerin Avrupa düzeyinde kurumlar haline getirilmesi ön görülmüştür.

Bu dönemde eczaneler, reçete kabul ve ilaç yapım bölümü ( laboratuvar ) olmak üzere iki kısımdan ibarettir. İki bölüm arasında bulunan küçük bir pencere laboratuvar ile giriş kısmı arasındaki ilişkiyi sağlamaktadır. Reçeteler bu küçük pencereden laboratuvara verilir ve yapılmış ilaçlarda yine bu pencereden alınırdı.

Droglar özel tahta kutularda veya çekmeceli dolaplarda saklanıyordu. Çekmeceler veya kutuların üzerinde drogların isimleri Latince veya Fransızca olarak yazılırdı.

Merhemler ve ya hulasalar özel porselen kaplarda saklanırdı. Bunlar genellikle Fransada yapılmış, silindir biçiminde, üzeri yaldız yazılı ve kapaklı porselen kavanozlardır.

Sıvı ilaçlar ve yağlar değişik şekilli cam şişelere konuluyordu. Bunların üzerilerine konulan etiketler genellikle Fransızca yazılmıştır.

Her eczanede gram, miligram ve santigrama hassa olmak üzere 3 adet terazi bulunurdu. Kullanılacak maddenin hassasiyetine göre bu terazilerden birinde ölçüm yapılırdı.

İlaçlar hazırlandıktan sonra, şekline göre, kutu veya şişeye konulur, ağzı veya kapağı, mühür mumu veya eczanenin özel mühürü ile, mühür bozulmadan açılmayacak şekilde, mühürlenirdi. Bu usul 1940 yıllarına kadar sürdürülmüştür.

Loading